Biyografi

Eric Hoffer kimdir

Ad Soyad: Osman Girgin Doğum Tarihi: 19 Ekim 1987 Nereli: İzmir Meslekler: ,

Eric Hoffer kimdir, Eric Hoffer, 25 Temmuz 1902 tarihinde ABD, New York, Bronx’da Alman Yahudisi göçmeni bir ailenin çocuğu olaryken annesini kaybetti. Daha 6 yaşında iken de bilinmeyen tıbbi sebeplerden dolayı kör oldu. Hiç eğitim almadı. 15 yaşına geldiğinde ise tedavi olmadığı halde kendiliğinden tekrar görmeye başladı. Gençliğinde babasını da kaybetti.

Parasızlıkla ve fakirlikle uğraşırken çok zor günler geçirdi. İşportada meyve satıcılığı, tarlalarda ırgatlık, maden işçiliği, limanlarda dok hamallığı gibi çeşitli işlerde geçimini sağlamak için çalıştı.

Eric Hoffer, bu çalışmaları sırasında boş vakitlerinde okuduğu Montaigne‘nin ünlü Denemeler kitabının etkisiyle yazmaya karar verdi.

1938 yılınayınlanmaya başladı. Kitle hareketlerinin psikolojik temelleri üzerine kaleme aldığı “Kesin İnançlılar” kitabı 1951 yılında yayımlandı

Eric Hoffer, 1983 yılında ABD. Başkanı Ronald Reagan tarafından Amerika’nın en önemli ve de en yüksek sivil nişanı olarak bilinen Presidential Medal of Freedom madalyası ile onurlandırıldı.

1964 yılında Kaliforniya’da bulunan Berkeley Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde danışmanlık görevine başladı. bu sırada hala dok’ta hamallık yapmaya devam ediyordu.

Eric Hoffer, 21 Mayıs 1983 tarihinde ABD, Kaliforniya, San Francisco‘da 81 yaşında ölmüştür.

Kitapları :
1951 – The True Believer: Thoughts On The Nature Of Mass Movements (Kesin İnançlılar)
1955 – The Passionate State Of Mind, and Other Aphorisms
1963 – The Ordeal Of Change
1967 – The Temper Of Our Time
1969 – Working And Thinking on The Waterfront; a journal, June 1958-May 1959
1971 – First Things, Last Things
1973 – Reflections on the Human Condition
1976 – In Our Time
1979 – Before the Sabbath
1982 – Between the devil and the dragon : the best essays and aphorisms of Eric Hoffer
1983 – Truth Imagined

Eric Hoffer Sözleri :

– Çocuklar cennetin anahtarlarıdır.
– Dağları yerinden oynatmaya yeterli teknik gücün bulunduğu yerde, dağları yerinden oynatan inançlara ihtiyaç yoktur.
Düşmanının en çok korktuğu şeyleri öğrenmek için seni korkutmak için kullandıklarına bak.
Kendisini insanların çobanı olarak gören yardımsever despot devlet, daha fazla koyunun kendisine itaat etmesini ister.
– Küstahlık, zayıf insanın güçlü görünme taklididir.

KESİN İNANÇLILAR (KİTAP ÖZETİ)
Aşağıdaki alıntılar, kitabın Erkıl Günur tarafından çevrilen ve İm Yayınları tarafından yayınlanan 2005 baskısından alınmıştır.

Bütün kitle hareketleri, taraftarlarına ölümü göze almak ve birlikte yürüyüşe geçmek duygusu yaratır. Ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri; aşırılığı, gayreti, parlak umutları, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körüklerler. Yine bütün kitle hareketleri, güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdirler ve körü körüne bir inanç ve sadakat isterler. (s.23)

H.D.Thoreau’ya göre; “Bir insanın işlerini görmesine engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa, bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır.” (s.33)

Geleceğe bağlı büyük umutlar, güçle desteklenmese bile en tehlikeli bir cüreti yaratabilir. Çünkü, umutla dolu olan kişi, en garip kudret kaynaklarından bile motive olabilir. Örneğin bir slogan, bir kelime, bir simge gibi… Aynı zamanda, geleceğe ait bir inanç olmadığı ve büyük nimetler vaat eden öğeler taşımadığı sürece, hiçbir inanç güçlü değildir. (s.36)

Bir ülkeye veya dünyaya yeni düzen vermek isteyenler, bunu hoşnutsuzluğu körüklemek veya hedeflenen değişikliğin doğru ve yararlı olduğunu göstermek veya halkı yeni bir hayata zorlamak yoluyla başaramazlar. Bunu başarmak için geleceğe ait büyük umutların nasıl alevlendirileceğini ve alevin nasıl körükleneceğini bilmeleri gerekir. Ortaya atılan umudun şekli önemli değildir. Bu; ahiretteki Cennet olabildiği gibi, dünya cenneti, yağmacılık, hesapsız servet, efsanevi başarı veya dünya egemenliği olabilir. (s.36-37)

Geleceğe karşı duyulan korku, bizim şimdiki düzene sarılmamıza; geleceğe ait beslenen umut ise bizim değişikliğe karşı istekli olmamıza neden olur. (s.37)

Umutla dolu olan kişilerin hangi sınıftan oldukları, sonuçta bir fark oluşturmaz. Bunlar; hevesli aydın, toprağa susamış çiftçi, paragözlü spekülatör, aklıbaşında tüccar ve sanayici, basit bir işçi veya asil bir ağa olabilir. Büyük umutların pençesine takılan zeni yıkarlar ve yeni bir dünya yaratırla. Bu nedenle devrimler, özel haklardan yoksun bulunanlar tarafından yapılabildiği gibi, özel hak (imtiyaz) sahibi kişiler tarafından da yapılabilir. (s.38)

İşsiz kalan kişilerin, kendilerine maddi yardım yapanlardan çok, kendilerine umut aşılayanları takip edecekleri daha güçlü bir ihtimaldir. (s.44)

Şimdiki hayatımızda kişisel ilgilerimiz ve umutlarımız, bu hayatı yaşamaya değerli kılmayacak nitelikteyse, hayatı değerli kılacak şeyi kendi dışımızda aramaya şiddetli ihtiyaç duyarız. Nefsini adamanın, sadakatinve manevi teslimiyetin her çeşidi, aslında ziyan olan değersiz hayatımıza bir anlam verebilecek amaçlara can havliyle sarılmamızdır. Dolayısıyla kişinin kendini yeni bir kişi yapacak şeye sıkıca sarılması, elbette ki hırslı ve aşırı olacaktır. Nefsimize bir dereceye kadar inancımız olabilir ama ulusumuza, dinimize, ırkımıza veya kutsal amacımıza olan inancımız, aşırı ve uzlaşmaz olmak zorundadır. (s.44-45)

İnsanlar kitle hareketlerine katılmaya hazır duruma geldikleri zaman, sadece bir öğretisi veya programı olan belirli bir harekete değil, genellikle etkili olan herhangi bir harekete katılabilecek duruma gelmişler demektir. Hitler öncesi Almanya’da kaynaşan gençler, Komünist veya Nazi partisine katılmak için çoğu zaman yazı-tura atma durumunda kalmışlardır. Kitle hareketleri, taraftarlarını aynı tip insanlar arasından seçtikleri ve aynı düşünce tarzındakilere hitap ettikleri için, bütün kitle hareketleri birbirleriyle rekabet halindedir ve birinin kazandığı taraftar, diğeri için bir kayıptır. (s.46-47)

“Böl ve yönet” diye bilinen siyasi oyun, yönetilen halk arasındaki çeşitli birlik şekillerinin hepsini zayıflatmak amacına yöneldiği zaman, beklenen sonucu vermez. Etkili bir bölme, birbiriyle rekabet eden ve birbirine kuşku ile bakan kapalı toplulukların (ırksal, dini veya ekonomik toplulukların) sayısını artırmak yoluyla yapılabilir. (s.74)

Dini ve devrimci heyecanda olduğu gibi aşırı vatanseverlik de suçluluk duygusundan kaçmak isteyenlere bir sığınak vazifesi görür. Tuhaftır ki, gerek haksızlık yapan, gerekse haksızlığa uğrayan kişi ve gerek günah işleyen, gerekse üzerinde günah işlenilen kişi, bir kitle hareketine katılmakla, kendini lekeli hayatından kurtulmuş gibi hisseder. Gerek pişmanlığın, gerekse belaya uğramışlık duygusunun, insanları aynı yöne ittiği görülmektedir. (s.92)

Suçluya karşı bir şefkat duygusu vardır ve bütün kitle hareketleri, suçluyu kazanmak için onun etrafında devamlı kur yaparlar. İkinci Haçlı Seferinin güçlü hatiplerinden St. Bernard, asker toplamak için çağrısını şöyle yapmıştı: “Tanırını en büyük bir lütfudur ve ne paha biçilmez bir kurtuluş fırsatıdır ki Tanrı, katilleri, ırz düşmanlarını, dolandırıcıları, yalancı şahitleri ve her türlü suç işleyenleri, masum kişiler gibi kendi hizmetine çağırmaktadır.” (s.93)

Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği; o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle; onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı, kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla, ona hayali bir kişilik tanımak yoluyla, şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve onun ilgisini henüz var olmayan şeylere kaydırmak yoluyla, onunla gerçek arasına perde (öğreti) germek yoluyla ve son olarak; ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi önlemek (kişiyi aşırılaştırmak) yoluyla yapılabilir. (s.99-100)

Ölmek veya öldürmek, büyük bir törenin veya dramatik bir oyunun bir sahnesi olduğu zaman kolay görünür. Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu veya bu şekilde bir uydur-inan etkeni gereklidir. Gerçek nefsimiz için, ne bu dünyada ne de öbür dünyada uğrunda ölmeye değecek hiçbir şey yoktur. Ne zaman ki biz kendimizi sahnede rol yapan bir aktör (yani gerçek olmayan kişi) gibi görürsek, ancak o zaman ölüm, korkunçluğunu kaybeder ve bir uydur-inan hareketi olur. Başarılı bir liderin en önemli işlerinden biri, taraftarlarında muhteşem bir görev yaptıkları hayalini yaratmak yoluyla ölmenin ve öldürmenin acı gerçeğini maskelemektir. (s.136)

Aşırının körlüğü, kendisi için bir güç kaynağıdır, çünkü engelleri göremez. (s.207)

Bütün kitle hareketleri, şimdiyi parlak bir geleceğe başlangıç aracı olarak tarif etmek yoluyla değerden düşürürler. Şimdiki zaman, onlara göre büyük mutluluk devrinin eşiğindeki paspastır. Şüphesiz bir gerçektir ki, parlak bir gelecek düşüncesinin ortaya koyduğu umut, cesaret vermek ve kendini unutmak bakımından güçlü bir kaynaktır. (s.110)

Umut olmaksızın, karşılıklı fedakarlık ve işbirliği yapmak imkansızdır. Her şey bugünden ibaret olduğu zaman, elimize geçirebileceğimiz her şeye sıkıca yapışır ve onu elden bırakmak istemeyiz. Diğer yanda, her şey ileride ve henüz gelmemiş durumda olduğu zaman, elimizdekileri başkalarıyla paylaşmak bize zor gelmez. Bu nedenle umutsuz kalan kişiler arasındaki beraberlik bağları kopar ve bu kişiler, ayrı ayrı kişisel çıkar peşine düşerler. (s.111)

Geçmişin ihtişamlı gösterilmesi, şimdiki zamanın küçük düşürülmesi için bir araç olarak kullanılabilir. Fakat umutlu bir geleceğe bağlanmadığı takdirde, geçmişin abartmalı bir şekilde ortaya konulması, bir kitle hareketinin istediği gözü pek davranışlardan daha çok, temkinli davranışlara neden olur. Diğer yandan, şimdiki zamanı, parlak bir geçmişle parlak bir gelecek arasında sadece bir bağlantı olarak göstermek kadar küçük düşürücü başka bir yöntem yoktur. Bu nedenle dini kitle hareketleri, parlak geçmiş için insanın yaradılışına kadar giderler, sosyal devrim hareketleri, insanların özgür, eşit ve bağımsız oldukları parlak devirlerden bahsederler, milliyetçi hareketler, geçmişteki yücelikleri tekrar canlandırır veya bunları icat ederler. Geçmiş ile bu şekilde meşgul olmak, sadece kitle hareketinin meşru olduğunu veya eski düzenin meşruluğunu kaybettiğini göstermek arzusundan değil, aynı zamanda şimdinin geçmiş ile gelecek arasında önemsiz bir geçitten ibaret olduğunu ortaya koymak içindir. (s.111)

Tarihi gerçekleri içinde duymuş olmak, kişide devamlılık anlayışı yaratır. Geçmişi ve geleceği hayalinde iyice canlandırmış olan kesin inançlı kişi, kendisini geriye ve ileriye doğru sonsuz uzayan bir şeyin parçası olarak görür. “Şimdi”nin ve dolayısıyla kendi hayatının elden gitmesi, onun için önemsiz bir hale gelir. (s.112)

Radikaller ve reaksiyonerler (gericiler), şimdiki zamandan nefret ederler ve onu doğru yoldan çıkmış ve sakatlanmış olarak görürler. Şimdiki zamanda yollarına devam için gerekirse acımasız ve gözü pek olurlar ve nefsinden fedakarlık etme fikrine taraftardırlar. Radikaller, insan doğasının sonsuz bir şekilde mükemmelleştirilebileceğine inanırlar ve geçmişte denenmiş toplum modelleriyle bağlı kalmaksızın, geçmişte denenenlerden çok daha iyi bir model oluşturulabileceğini düşünürler. Reaksiyonerler ise, eğer dengeli ve sağlıklı bir toplum meydana getirilmek isteniyorsa, böyle bir toplumun geçmişte denenmiş ve iyi olduğu ispatlanmış bir toplum modeline uygun olması gerektiğini düşünürler. Reaksiyonerler için “gelecek”, tamamen yeni bir düzen değil, eski düzenin iyi onarılmış bir şekli olmalıdır. (s.115)

Gerçekte radikal ile reaksiyoner arasındaki sınır çizgisi, her zaman açıkça belli değildir. Reaksiyoner, kendi idealindeki geçmişi tekrar yaratma durumuna geldiği zaman, radikalist görüşler ortaya koyar. Onun hayal ettiği geçmiş, gerçeğe dayanmaktan çok, olmasını arzu ettiği geleceğe dayanır. O, geçmişi onarmaktan daha çok, yeni şeyler ortaya koyar. Buna benzer bir davranış değişikliği, kendi yeni dünyasını kurmakta olan radikalde de görülür. Radikal, şimdiki düzeni reddettiği ve tahrip ettiği için, kuracağı yeni dünyasını geçmişteki bir noktaya bağlamak zorunluluğunda kalır. (s.115)

Bütün aktif kitle hareketleri, taraftarları ile dünya gerçekleri arasına, gerçekleri örten bir perde koymaya uğraşırlar. Bunu, mutlak e son gerçeğin kendi öğretileri içinde bulunduğunu ve bunun dışında başka bir gerçek ve kesinlik bulunmadığını telkin etmek yoluyla yaparlar. Kesin inançlı kişi, inançlarına dayanak olan gerçekleri, kendi deney ve gözlemlerinden değil, işte bu kutsal telkinden çıkarmalıdır. Luther demişti ki; “İncil’in dünyasına öyle sarılmalıyız ki, eğer Tanrı’nın bütün meleklerinin bana inancımdan farklı şeyler söylemek üzere geldiğini görsem, inancımın bir hecesinden bile şüphe etmeyi aklımdan geçirmeyeceğim gibi, gözlerimi kapar ve kulaklarımı tıkarım. Çünkü onlar, görülmeye ve duyulmaya layık değildir.” Duygularının ve aklının bulgularına dayanmak, ihanet ve kafirliktir. Bir inancı mümkün kılmak için, ne kadar inançsızlık gerektiğini görmek, dehşet vericidir. Körü körüne inanç diye bildiğimiz şey, pek çok sayıda inançsızlıklar ile ayakta tutulur. Bergson’un işaret ettiği gibi; “bir inancın gücü; dağları yerinden oynatmasından değil, yerinden oynatılacak dağları görmemesinden belli olur”. (s.121-122)

Bir aşırıyı, mantığına ve samimi duygularına hitap etmek yoluyla amacından soğutmak ve vazgeçirmek, imkansızdır. O, uzlaşmaktan korkar ve kutsal amacının doğruluğunu ve kesinliğini değerlendirme tekliflerini kabul etmez. Fakat o, kutsal bir amaçtan aniden bir diğerine geçmekte güçlük çekmez. Bir aşırı, akıl yoluyla ikna edilemez fakat kalben başka yöne döndürülebilir. Onun ihtiraslı bağlılığı, bağlandığı amacın niteliğinden çok daha önemlidir.(s.128)

Bir kitle hareketinde birleştirici etkenlerin en kolay bulunanı ve en geniş kapsamlısı; nefrettir. Nefret, bir insanı kendi kendinden koparıp ayırır ve ona dertlerini ve geleceğini unutturarak onu kıskançlık ve menfaatperestlikten kurtarır. O kişinin artık en büyük arzusu, kendi benzerleriyle kaynaşıp ateşli bir kitle haline gelmektir. Bir kitle hareketinin gücü, seçmiş olduğu düşmanın canlılığı ile doğru orantılıdır. Yahudilerin imha edilmesini arzu edip etmediği sorulduğu zaman, Hitler şöyle cevap vermişti: “Hayır… İmha edersek, onları yeniden yaratmamız gerekecektir. Sadece ismen değil, cismen mevcut bir düşmanımızın bulunması, esastır.” (s.135)

Ortak nefret, en birbirine uymaz elemanları bile birleştirir. Ortak bir nefreti bir düşmanla beraber paylaşmak, onu bir yakınlık duygusuyla zehirlemek ve dolayısıyla onun karşı koyma gücünü zayıflatmaktır. Hitler, Yahudi düşmanlığını sadece Almanları birleştirmek için değil, aynı zamanda Yahudi düşmanı Polonyalıların, Romenlerin, Macarların ve hatta Fransızların dayanma gücünü zayıflatmak için kullanmıştır. İdeal Tanrı’nın tek olması gibi, ideal düşmanın da tek olması gerektiği anlaşılmaktadır. Hitler örneğinden öğrendiğimiz gibi büyük bir liderin dehası, bütün nefretleri tek bir düşman üzerine toplamaktan ibarettir. Yine ideal bir Tanrı’da olduğu gibi, ideal bir düşman da her şeye kadir ve her yerde hazır olmalıdır. Yahudilere gereğinden fazla önem verdiği kendisine hatırlatıldığı zaman Hitler, şu cevabı haykırmıştır: “Hayır, hayır, hayır!.. Yahudi’nin bir düşman olarak taşıdığı müthiş özelliklere verilen önemin, gereğinden fazla olabilmesi imkansızdır.” Son olarak da, ideal bir düşmanın yabancı olması gerektiğidir. İdeal düşman niteliğini kazanması için yerli bir düşmanın yabancı bir soydan geldiği iddia edilmelidir. (s.136-138)

Suçluluk duygumuzu yenmek için en etkili yol, kendilerine karşı suç işlediğimiz kişilerin gerçekten cezaya layık, kötü ve hatta öldürülmeye layık kişiler olduğuna, kendimizi ve başkalarını inandırmaktır. Haksızlık yaptığımız kişiler, acınacak kişiler olmadığı gibi, onlara karşı kayıtsız da kalamayız. Ya onlardan nefret edip, onlara eziyet etmeliyiz ya da kendimizi, “kendini aşağı görme” akıntısına bırakmalıyız. (s.141)

Nefreti tahrik etmek yoluyla, bir heyecan, bir bağımlılık ve bir umut oluşturmak mümkündür. Martin Luther şöyle demişti: “İstediğim gibi dua edemeyecek kadar kalbim soğuk olduğu zamanlar, aklıma düşmanlarımı getiririm. Öyle ki, kalbim öfke ve nefretle şişer ve o zaman, yanık yanık dualar edebilirim. Ve öfkem ne kadar kızgın olursa, dualarım da o kadar güçlü olur”. (s.144-145)

Bir kişi, tek başına karar verirken duyduğu tereddütlerden, korkulardan ve şüphelerden kurtarıldığı zaman, zalimlikte ve gaddarlıkta ne kadar aşırı noktalara kadar gideceği belli olmaz. Bir kitle hareketinin tek vücut yapısı içinde kişisel bağımsızlığımızı kaybettiğimiz zaman, yeni bir özgürlüğe kavuşuruz. Bu özgürlük, hiç utanmadan ve vicdan azabı çekmeden; nefret etme, yalan söyleme, işkence yapma, adam öldürme ve ihanet etme özgürlüğüdür. Bir kitle hareketinin çekiciliği, kısmen bu gerçekte yatmaktadır. Orada biz, başkalarının namusunu lekeleme hakkı buluruz ki, Dostoyevski‘ye göre bunun büyüleyici bir cazibesi vardır. (s.146)