Biyografi

Çetin Altan kimdir

Ad Soyad: Osman Girgin Doğum Tarihi: 19 Ekim 1987 Nereli: İzmir Meslekler: ,

Çetin Altan kimdir, yazar, gazeteci, köşe yazarı, oyun yazarı ve eski milletvekili. Dünyanın en çok köşe yazısı yazmış yazarlarındandır. Gezi, anı, inceleme, deneme, polisiye ve biyografi olmak üzere birçok farklı türde eserler vermiş olan Altan’ın 4 romanı ve tümü sahnelenmiş sayısız tiyatro oyunu da bulunmaktadır.

22 Haziran 1927‘de Nurhayat Altan ve Halit Altan’ın oğlu olarak İstanbul‘da dünyaya geldi.
Galatasaray Lisesi‘ndeki eğitimini tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi‘ni kazanan Altan’ın gazetecilik kariyeri, mezun olduktan hemen sonra Ulus Gazetesi’nde muhabir olarak başladı. 1943 ve 1944 yılları arasında Çınaraltı, Varlık, İstanbul ve Kaynak dergilerinde şiirleri ve düz yazıları yayınlanan Altan, ilk kitabı Üçüncü Mevki‘yi 1946‘da okurlarla buluşturdu. Ulus Gazetesi’nden sonra Hür Ses’de fıkra yazarlığı yapmaya başlayan Altan, daha sonra Halkçı, Tan, Akşam, Milliyet, Yeni Ortam, Hürriyet, Güneş gazetelerinde ve Çarşaf dergisinde köşe yazıları yazdı.

Güçlü kalemiyle adını kısa sürede duyurduktan sonra 1959 yılında Abdi İpekçi‘nin teklifi üzerine Peyami Safa‘nın yerine Milliyet Gazetesi’nde yazmaya başladı. Altan, politikayla da yakından ilgiliydi ve İşçi Partisi’ndeydi. 1965 seçimlerinde aldığı yüzde iki buçuk oy ile meclise onun üzerinde milletvekili sokan Türkiye İşçi Parti’sinin en tanınmış isimlerinden biriydi. O dönem radyodan yayınlanan meclis konuşmalarıyla ilgi çeken Altan’ın yazıları da her ideolojiden insan tarafından büyük ilgiyle takip ediliyordu. Altan, mecliste yaptığı ateşli konuşmalardan birinin ardından Adalet Partili milletvekileri tarafından linç edilmek istenmiş, aldığı darbelerden dolayı bir gözünde kalıcı hasar oluşmuştu. Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekili olan Altan, bu dönemdeki anılarını “Ben Milletvekiliyken” isimli kitabında toplamıştı.

12 Mart darbesi ile birlikte cezaevine giren Altan, daha sonra 12 Mart’la ilgili olarak yazılan ilk roman niteliği taşıyan Büyük Gözaltı‘yı yayımladı. 1972‘de okurla buluşan roman 1975‘e kadar beş baskı yapacaktı. Büyük Gözaltı, 1973 yılında Altan’a Orhan Kemal ödülünü kazandırdı.

Altan’ın 60’lı ve 70’li yıllardaki köşe yazıları, Taş, Sömürücülerle Savaş, Suçlanan Yazılar,
‘Kahrolsun Komünizm’ Diye Diye, Onlar Uyanırken, Kopuk Kopuk, Geçip Giderken,
Gölgelerin Gölgesi, Şeytanın Aynaları, Nar Çekirdekleri adlı kitaplarda toplandı. Bu kitaplardan
Bir Yumak İnsan, 1978 yılında Türk Dil Kurumu ödülünün sahibi oldu.

Çetin Altan, tümü oynanmış olan birçok tiyatro oyununa da imza attı. Bunlardan; Çemberler, Mor Defter, Suçlular, Dilekçe ve Tahtaravalli isimli oyunları basıldı. Beybaba, Yedinci Köpek, Islıkçı ve Telefon Kimin İçin Çalıyor ise basılmadı. Altan, Aşk Sanat ve Servet ve Atatürk’ün Sosyal Görüşleri adlı iki inceleme kitabı da yayımladı. Türk edebiyatında pek örneği bulunmayan polisiye türünde de yazmış olan Altan’ın
Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri adlı eseri buna örnekti. Zurnada Peşrev Olmaz‘da mizahi yazılarını toplayan Altan,
2027 Yılının Anıları isminde bir fütürist çalışmaya da imza attı.

Yazıları nedeniyle hakkında 300’e yakın açılmış dava bulunan Altan, 3 kez tutuklanmış ve 2 yıl süreyle de cezaevinde yatmıştır. Son olarak hakkında 159. maddeye dayanılarak açılan davada tek celsede beraat etmiş olan Altan’ın kendisi gibi yazar olan
Mehmet Altan ve Ahmet Altan isimlerinde iki oğlu vardır. Bir Avuç Gökyüzü, Küçük Bahçe, Büyük Gözaltı ve Viski isimlerinde yayımlanmış dört romanı bulunaünde de pek çok kitaba imzasını atmıştır. Altan, halen Sabah Gazetesi’nde “Şeytanın Gör Dediği” adındaki köşesinde okurlarıyla buluşmaktadır.

Sami Başaran’ın Çetin Altan’la Düşünen Siyaset Dergisi İçin Yaptığı Röportaj

A. Sami Başaran: Tarihi değerlendirirken objektif olmakta güçlük çekiyoruz. Olayların değerlendirilmesini tarih sayfaları içinde kalarak değil de, günümüzde sahip olduğumuz düşünce tarzına göre yönlen­diri­yoruz. Siz bunu toplum açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çetin Altan: Toplumlarda tarih bilinci ancak belirli bir düzeye gelin­diği zaman uyanır. Aslında tarih bilinci tarih bilgisiyle karıştı­rılmamalı. Yani tarih bilinci, tarihin değerini, önemini ve bundan öte tadını kendi­sinden vazgeçmeyecek bir şekilde kavramaktır. Bir “yaşam lâboratuvarı” gibi. Anlatabiliyor muyum? Bilgi farklı bir şey… Tarih bilgisi de öyle. Bilgi bireysel kalır. Bilinç daha çok toplumsaldır. Şimdi bizde tarihi doğru ve objektif yazabilecek tarihçi kadrolar yok. Böyle olunca tarih bi­linci toplumda gelişmemiş.
Tarihte, yaşanmış olan gerçek tarihin karşısında bir de yapay ve çar­pıtılmış bir tarih daha karşımıza çıkar. Bunun gerçekle alakası yok. Ba­zen kompleksle şişirilmiş, bazen de gizlenmiştir. Aynı za­manda buna yapay tarih de diyebiliriz. Ne tuhaftır ki, geçmişin gerçeklerini bir türlü gündeme getirmek istemiyoruz. Yani gündeme getirilse bile farklı getiri­liyor. Öyle oluyor ki, bir monarşi düzeni karşımıza, demokrasiden daha şaşaalı ve parlakmış gibi çıkarılıyor.
Geçmiş çok görkemliydi, halimiz ise ne kadar kötü vesselam türün­den laflarla ne çağdaş olabiliriz, ne de Cumhuriyetçi.
Osmanlı tarihine baktığımızda öyle geniş kitlelere mal olmuş bir yanı yoktur. İncelerseniz görürsünüz, hiçbir bölümün incelenmemiş, didik didik edilmemiştir. Atalarımız büyüktü, şu savaşta şu kadar şehit verdik tü­ründen şeyler falan.
Tarih, genişleyen ya da daralan sınırlardan ibaret değildir. Vak­tiyle yaşanmış siyasi entrikalar incelendiğinde aslında günümüz siya­set kav­gasının kimlerden miras kaldığı ortaya çıkacaktır.

A. Sami Başaran: Osmanlı imparatorluğunun kuruluş ideolo­jisi hakkındaki düşünceleriniz…

Çetin Altan: Osmanlı’nın kuruluş tarihi net belli değil ki. Bir belgeye dayanmıyor ki. Ayrıca Osmanlı’nın ideolojisi falan yok. Osmanlı tarihi, üstünde çok inceleyerek çalışılmış, işlenmiş, bir ta­rih değil ki. Hep ya­bancı kaynaklardan yararlanmışız. Hiç kimsenin can güvenliğinin bu­lunmadığı büyük bir imparatorluk. Ne hünkâ­rın, ne şehzadelerin ne de vezir-i âzamların can güvenliği var. Hangi yönden bakarsanız bakın, anlamsız ölümler karşınıza çıkar. Üstelik padişahların hemen hepsi güçlü bir ozan. Anlamak zor.
Yani Osmanlı devleti hiç yoktan varolmuş bir devlet. Öyle sade­ce egemenlik falan el değiştirmiş değil. Yoktan ortaya çıkmış bir devlet. Osmanlı’nın dünya tarihi içindeki yerini belirlememiz, fakat kaprisler­den, komplekslerden uzak bir şekilde belirlememiz, tarihsel bilincin ob­jektif olarak gelişmesi için şarttır.
Aynı zamanda öyle çok eski bir tarihimiz de yok. Çok yeni bir toplu­muz. Tarihimiz de çok yeni. Öyle ilk bakışta olumsuz gibi, ama bu bize bir dinamizm veriyor. Osmanlı tarihini çok eski görmemek lazım.

A. Sami Başaran: Osmanlı Şeriat devleti miydi?

Çetin Altan: Hayır ne şeriatı… Şeriat devletinde adam öldürülür mü? Hem de iki yaşındaki çocuklar. Olur mu öyle şey?

A. Sami Başaran: Bir dergideki röportajda İlber Ortaylı sizin “otuz altı padişahtan on dördü devrilmiştir.” sözünüze verdiği cevapta; “… Adam seçimle gelmemiş ki devrildiği için üzülüyorsun!.. 1960’ta bir hükümetin devrilmesine alkış tutan insanlar, bugün tarih yorumluyor! 1960 ayıp bir şeydir, 1972’de ayıp bir şeydir…” şeklinde yanıt veriyor.

Çetin Altan: Ben solcuyum, soldan gelen her şeyi savunurum. 1982 Anayasası ile 1960 Anayasasını karşılaştırın.

A. Sami Başaran: Kardeş katli konusunda değişik düşüncelere sa­hip­siniz. Fakat bazı kimselerin, bunu belgesiz bir iddia olarak değer­lendirmesiyle birlikte, bazıları da varlığını doğrulamakla birlikte, kargaşayı ve saltanat kavgasını önlemek için uygulanabileceğini, hatta Fatih Kanunnamesi’nde de ancak belli şart­larda caiz olacağının belir­tildiği görüşüne dayanarak kendi fikirlerini savunuyorlar.

Çetin Altan: Değişik düşüncem falan yok. İnsan insanı öldür­düğü zaman ben buna karşıyım kardeşim. Ben hukukçuyum.
Bir kere Ekber Evlat’tır diğer bütün dini etkilerde, soylu, büyük evlat yönetime geçer. Burada kim kimi öldürürse yönetime geçer. Fatih, niye 19 yaşındayken iki yaşındaki kardeşini öldürdü? O zaman daha çıkar­mamıştı fermanı. Kendisi tahta çıkar çıkmaz. II. Murat öldüğü vakit Edirne’de iki yaşındaydı kardeşi Ahmet. Onu boğdurdu bera­ber cenaze­sini gönderdi babasıyla. İki yaşındaki çocuk mu onun önüne geçecekti yani? I. Murat’tır ilk oğlunu öldüren, Savcı Bey’i. Osman Bey de amca­sını öldürmüştür, Dündar Bey’i. Yani düzen olsun diye mi öldürüyor­lardı bunları? Siyaset kavgasında kardeşi dahi gözü görmüyor. Ne hırstır bu? Ne olacak yani padişah olmak çok mu önemliydi? Gutenberg olmak da önemlidir. Niye ille de padişah olmak çok önemli diye sunuluyor. Sanki çok yararı doku­nuyor yönetilenlere gibi. Bir de yönetilenlere sor­mak lazım. Bakalım çok memnun muydular o yönetimden çok mem­nundular da o za­man niye baş kaldırıyorlardı ikide bir?

A. Sami Başaran: Osmanlı padişahları hakkındaki düşünceler… Fa­tih’in Hıristiyan olması, harem, içki vs. Ne düşünüyorsunuz?

Çetin Altan: Osmanlı’yla övünen bir adamın bu dünyada yaşama hakkı yoktur. Tarihle övünmez insanlar. Artı getiren insanlarla övünür­ler. O da bilim alanında olur. Siyasetle övünülmez hayatta. Bilim tari­hiyle, sanat tarihiyle övünülür. İnsanlığın ortak malıdır bunlar. Siyaset tarihi insanlığın ortak malı değildir. Anlatabiliyor mu­yum? Siyaset tari­hiyle övünülmez. Medeni bir adam kalkar da siya­set tarihiyle övünür mü ya? Bilim tarihi bütün insanlığın parçasıdır. Hayatını kolaylaştırmak için Edison’undan, Galile’sinden Kopernik’ine kadar insanlığın yaşamını güzelleştirme çabalarıdır bunlar. Siyasi tarih nedir? Yöneticiler var. Yö­netilenlerin tarihini kimse yazıyor mu? Niye yöneticilerle övünecek yö­netilen bir adam? Ne anlama geliyor bu? Gayet saçma ama… Siyaset ta­rihi ile övünülmez.
Siyasi tarihler olsa olsa yönetimlerin nereden nereye geldiğinin bir kriterini ortaya koyduğu için ilginç olabilir. Yöneten yönetilen kalmadığı bir döneme geçiyor artık yeryüzü. Yönetenler daha avan­tajlıdır, yöneti­lenler değildir. Adam bizi daha iyi yönetir. Niye daha iyi yönetecek başka bir adam. Aynı dönemde yaşıyorsun. Nereden belli ki beni daha iyi yöneteceği. Kendi söylüyor. Bunun tarihi olur mu Allan aşkına? Bunu tespit etmek için nereden nereyi görüyor insanlık, o açıdan ilginç olabilir. Ama övünülmek hikâyesi değildir bu. İnsan siyasi tarihle övünmez. Bi­rileri kalkacak yirmi beş bin gün yaşayan insanlar kendilerini hiç ilgilen­dirmeyen dönemlerin yöneti­ci insanlarıyla övünmeye kalkacak kadar salak ise bunun bir başka amacı olması gerekir. Değil mi? O zaman amacı görmek gerekir. Niye bunları övündürmeye çalışıyorsunuz diye? Böyle bilim olmaz. Çünkü eğer senin silah teknolojin kök aşama yapa­madıysa, köylü taburlara dayanıyorsa, köylü taburlarını daha öncekiler kahramandı diye koşullandırman gerekir. Buna hakkın var mıdır? Ola­maz… Demek ki dünden başlamak gerekiyor.
Ben monarşileri sevmem. Ben Cumhuriyetçiyim, anlatabildim mi? Bizde, Cumhuriyet dönemi, monarşi dönemlerinin egemenler despotlu­ğundan kendini kurtaramadı. Ankara’da devleti yönetecek kadrolar Osmanlı’dan taşındı. Onlar da eskiden bildiklerini yeniden okumaya ko­yulmuştu diyordu, Yakup Kadri.
İmparatorlukların olumlu yönü yoktur. Sadece yönetenler için vardır.

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın olumlu yönü yok mu diyorsunuz?

Çetin Altan: Yoktur.

A. Sami Başaran: Çok kesin bir şekilde öyle mi?

Çetin Altan: Kesin şeklide Osmanlı’nın olumlu yönü yoktur. Olumlu yönü olan şey devam eder çünkü… Güneş olumlu olduğu için devam ediyor, yıldızlar olumlu olduğu için devam ediyor.

A. Sami Başaran: Siyaset bilimi teorilerinde devletlerin belli bir aşama kaydettiği ve sonuçta çöktüğü yönündeki görüşler vardır. Toynbee’nin devletle ilgili teorisi…

Çetin Altan: O zaman devlet meselesi o kadar önemli değildir. Devlet var ama yine şu sırada.

A. Sami Başaran: O zaman size göre hiçbir devlet aslında olumlu değil, diyebilir miyiz?

Çetin Altan: Değildir… Hayır değildir. Devletler olumlu değildir.

A. Sami Başaran: Anarşist bir düşünce oluyor.

Çetin Altan: Hayır. Devletler olumlu şundan değildir. Teknoloji olumludur. Teknoloji aşıldığı zaman devletler de değişir. O zaman tek­nolojiyi ön plana almak gerekir, devletleri değil. Devletler neye göre de­ğişiyor? Peki yapıları… İmparatorluk, cumhu­riyet, demokrasi, Avrupa Birliği, Avrupa vatandaşlığı… Neye göre değişiyor bunlar? Teknolojiye göre değişiyor. Değişen şeyler olumlu değildir çünkü, olumlu olan tek­nolojidir. Anlatabildim mi?

A. Sami Başaran: Laikliği iki boyutu ile ele aldığımızda din ile dev­let işlerinin birbirinden ayrılması ve din ve vicdan hürriyeti, olarak bir bütün olarak algılamak gerekir. Bu iki boyutuyla Osmanlı’da deği­şik toplumların barındırılmasında laiklik anlayışının bir etkisi var mıydı?

Çetin Altan: Osmanlı işine yarayanı kullanırdı. Herkeste öyleydi si­yasette. Türkler çok müslümandır da NATO’nun içerisinde değil midir? % 95’i bizim ordunun NATO’ya bağlıdır. NATO Müslüman mıdır? De­ğilse bir yandan müslümanız. Bunlar siyasi polemik lafları; insan tavla­mak için söylenir. Anlatabildim mi?

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın patrikhaneyi İstanbul’da bırakma­sında laiklik anlayışının ve hoşgörünün bir etkisi yok muydu? Sadece kârından dolayı mı İstanbul’da kalmasına izin verdi?

Çetin Altan: Bunda kârı vardı. Kârı olmasın da bak ne ya­par. Başka türlü yönetim olmaz. Kâr demektir siyaset evladım. Ama bu halka sen­den yanaymış gibi gösterilir. Kâr etmeyen bir impara­torluk battı zaten. Kâr edemedi sonunda. Devlet demek kâr ederek yönetmek demektir yahu. Başka nedir yönetim?

A. Sami Başaran: Osmanlının insanlara kendi dinlerini yaşamada hoşgörülü davranmasında kâr güdüsü mü vardı? Bunu mu ifade et­mek istiyorsunuz?

Çetin Altan: Gayet tabi. Ona rağmen II. Mahmut idam etmiştir. Ka­pıyı da kapatmıştır.

A. Sami Başaran: Bunda İslâm dininin hiç mi etkisi yok?

Çetin Altan: Hayır hiç ilgisi yoktur dinle. O zaman veliler niye ortaya çıkmıştır? Merkez Efendi niye ortaya çıkmıştır? Bir sürü teşkilat niye or­taya çıkmıştır? Bu teşkilatların hepsi muhalefet idi aslında.
Peki Hilafeti niye almıştır? II. Murat’a kadar Alevi idi. Niye bir­den Sünnî oldu ki? Ve bütün Alevileri büyük katliamdan geçirdi. Sen o kadar hoşgörü diyorsun. Kendi ordusunu kılıçtan geçirmiş tek imparatorluktur yeryüzünde Osmanlı. 1826’da 240 taburu kılıçtan geçirmiş, Yeniçeriyi. Vaka-yı Hayriye derler. Kendi ordusunu kılıçtan geçi­ren bir adamın acı­ması olur mu başkasına? Kârı var sadece…

A. Sami Başaran: Aynı dergide (Doğu-Batı) Halil İnalcık “…Osmanlı imparatorluğunun her bakımından kurucusu Fatih’tir. Fa­tih’i, kişisel davranışları bakımından yargılamak anlamsızdır. Yaptık­ları, bir imparatorluk kurucusu, mutlak bir hükümdar olarak değer­lendirilmek gerekir. Acımasız davranışları ve sert önlemleri bir hü­kümdarın ‘Hikmet-i Hükümet’ icabı verdiği kararlar olarak değerlen­dirilmelidir. Tarih ahlak dersi vermek için yazılmaz…” şeklinde de­vam ediyor. Bu görüşlerine ne diyorsunuz?

Çetin Altan: Neye bakmadan yargılamak anlamsızmış. Niye? Ge­rek­çesini göstermek gerekir bunun. Niye anlamsız olur? Bilmem ne ise bu tip insanlar başkalarına karşı davranışlarında iki yüzlü olurlar. Bir kere mutlak bir hükümdar olmak iyi bir şey midir? Bu kimin işine yarıyor? Hayır efendim böyle değerlendirilmemelidir. Niye bir imparator istediğini öldürme hakkına sahip olsun kardeşim?
Hikmet-i Hükümet dediği kendisinden ibaret, kendisini ayakta tutmak için önüne geleni öldürmek hakkına sahiptir diyor. Devlet olduğu zaman hu­kuka dayanır. Yahut bir kişinin iradesine dayanır. Bir kişinin iradesi için istediği adamı öldürmek hakkına sahiptir, ahlak ta aranmaz dediğin va­kit. Peki hangi ölçüt aranır. Ahlak aran­maz, hukuk aranmaz, adamın gücü aranır o zaman değil mi? Gücü gücü yetene yani. Devlet o demek­tir. Gücü gücü yeteni öldürür, ahlak ta aranmaz. Peki Hikmet-i Hükümet niye insandan daha önemli olsun. Bunu bana açıklamak gerekir. Adam sa­rayda keyif ede­cek, istediği adamı öldürme hakkına sahiptir diye bir de ona okey mi vereceğim ben yani. Kaldı ki II. Mehmed belki de öldürül­müştür. Bak Aşık Paşa’nın şiiri var “yazık ettiler sana” diye. İznik’te öldü.

A. Sami Başaran: Tarihçi yazar Murat Bardakçı’nın son kitabı Şahbaba’da Vahdettin’le ilgili ilginç tesbitler var… Vahdettin’in vatan hainliğini konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çetin Altan: On aylık padişahtır Vahdettin devrildiği zaman. Pa­dişa­hın haini olur mu yahu? Adamın malı kendi malı. Osmanlının başka bir adı da yok. Kendi malını ne isterse yapar adam. Bu bir siyasi polemik. Yani, bir padişah seçimle gelmemiş yahu.

A. Sami Başaran: Daha önceki yere geldik “36 Padişahtan 14’ü dev­rilmiştir.” sözünüze…

Çetin Altan: Siyasi kavgalar bunlar. Kişiler kendi çıkarları için ya­parlar. Toplum için falan palavradır. Toplum kavgasını kendi yaparsa yapar. Yapamıyorsa da kul olarak kalır. Siyasi, kendi çıkarı için yapar si­yaseti. Hikmet-i Hükümet falan siyasetçilerin kendi keyifleri içindir. Orada tutup da yararlı bir karar alıyorsa onu almadığı zaman devrilece­ğini hissettiği vakit alır o kararı anlatabildim mi? İşçi sınıfı olduğu vakit demokrasiyi getirir. Su kendiliğinden akar. Aman efendim şu evi basmayım yazık fakirler var. Öyle değil. Sel gelir her şeyi yıkar. Ha ona bent yaparsın kanal yaparsın suyu kana­la koyarsın. Siyasetçi de hiç kimseyi düşünmez karşısında kuvvet yoksa. Varsa düşünmeye başlar. Çünkü kendi çıkarını düşünür. Başkasının çıkarını düşündüğünü dalkavukları söyler. Niye başkası­nın çıkarını düşünsün siyasetçi. Ancak devrilmemek için düşü­nür.

A. Sami Başaran: Peki, tarih bilincinden kopuk bir kültür oluşumu sürecini yaşıyoruz…

Çetin Altan: Hiç bir zaman olmadı Türkiye’de tarih bilinci.

A. Sami Başaran: Batılaşma aynı zamanda bir kültür değişmesi ol­gusu olarak değerlendirilebilir. Bunun en karakteristik özelliği ise ege­men kültürün zayıf kültürü etkisi altına alması ve zayıf kültürü kendi kültürüyle eritmesiyle son bulur…

Çetin Altan: Hayır efendim. Batılılaşmadan kasıt nedir? Çağdaş­laş­mak demektir. O Japonya batıda mıdır? Üretim araçlarındaki teknoloji­den yararlanıp katkı yaptığın zaman çağı yakalamış olur­sun. Üretim araçlarını değiştirmeden tüketimde en yeni modelleri kullanmak demek çağdaşlaşmak demek değildir. Üretimde ne yapıyorsun? Teknolojide ne artıyı getiriyorsun veya mevcut teknolo­jiden ne kadar yararlanıyorsun? Çağdaşlık böyle bir şeydir. Bunun batısı doğusu yoktur yahu.
Yanlış bir deyimdir Batılılaşma. Çağ teknolojiyle tanımlanır yani. Bir kere bir yerden bir yere giderken zamanı azaltmak diye tanım­lanabilir bu.

A. Sami Başaran: Ulus devlet ortaya çıktıktan sonra millet kavramı ön plana çıkmış ve milli kültür oluşum süreci başlamıştır.

Çetin Altan: Aşiret var mı bugün Türkiye’de? Aşiret varsa nasıl olur ulus devleti? Aşiretli ulus devleti ben bilmiyorum yer yüzünde. Ha baş­kaları ulus devlet dedi Fransız devriminden sonra. Ben de bunu söyle­yince oluyor mu? Kopya edilince oluyor mu?
Yetmiş bin tane mezra var. Mezra köyden küçük yer demek. Böyle bir ulus devlet modeli olur mu? Bir kere ulus devlet de burju­vazinin ortaya çıkması ve zenginleşmesi vardır. Burjuvazinin ise üretim biçimi vardır. Orda da kol gücü kullanılır. İşçi sınıfı meydana gelir. Onlar aşıldı bugün artık. Türkiye’de ne zaman burjuvazi meydana geldi. Yer yüzüyle ticari anlaşmalar yapan fabrikalar kuran bir burjuvazi oldu mu Türkiye’de? Aynı evlerde dört kuşak otur­muş kentlerde aile tanıyor musun? O za­man bunları başkalarından alıp bizde de var söyleminin anlamı ne? Ol­mayan şeyleri varsayıp abuk sabuk şeyler ortaya çıkıyor.
Kulun tarih bilinci olmaz. Polis, devleti temsil ediyor; vali, devleti temsil ediyor; mebus, devleti temsil ediyor. Burada kamu görevlileri, padişahı temsil ediyor diye bir alışkanlık devam ediyor. İnsanların da mesleği yok. Mesleği olmayan insan vatandaş olmaz. Neyle para­sını ka­zanıyor? Buna köylü toplumu denir. Köylü toplumlarının kültürünü en iyi kültür dediğin zaman biraz Ortaçağ’ı anlatıyor olursun yani.

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın topluma herhangi bir şey kazan­dır­madığını söylüyorsunuz öyle mi?

Çetin Altan: Gene hala köylü olduğuna göre. Bak burjuvaziye bi­le geçememişler.

A. Sami Başaran: Yüz seneden bu yana Osmanlı fiili olarak yok.

Çetin Altan: Osmanlının fiilen yok olması demek, bunun boyutları­nın benimsenmiş olması, Osmanlı türü bugünkü yöneticilere imkan sağlamıyor mu? Hazine arazilerini istedikleri gibi kullanmıyorlar mı, Padişah yerine?
Mülkiye mektebi nedir, harbiye mektebiyle? Sultan Aziz döne­minde yapılmış mektepler. Sultan Aziz iyi kadrolar yetiştirmek istemiş, kendi­sine para verecek.
Padişah ta yok ortalıkta ama bu iki kurum var. Peki yani hazine­den geçinmeli insanlar yönetiyor Türkiye’yi. Kendi mesleğinden geçinen in­sanların iradesi pek rol oynamıyor. O yüzden herkes bankadan, hazi­neye hassa ayrılacak, devlet, iktidar bankalarından kredi istiyor. Padi­şahtan para ister gibi yani. Padişahtan toprak ister gibi toprak istiyorlar. Kapıkulu var bir de. Kullar kapıkullarını denetleyemiyor. Sen bugün bütçeyi denetleyebiliyor musun; savun­ma harcamalarını? Adalet Bakan­lığının payı binde sekiz. Savunmanın aldığı pay ne kadar? Böyle bir oran var mı başka ülkelerde?

A. Sami Başaran: Günümüze kadar sirayet etmiş

Çetin Altan: Mafyayı devlet gibi gösterme çabası içinde de insan bi­lim adamı olmaz. Benim söylediğim bu. Bunları nete getirirsin. Bunların hiçbiri ne kınanacak ne övünülecek. Ne övün ne kına­, yahu böyledir diye objektif tespit et. Niye bu kadar aşağılık duygusu var ki ben anlamıyorum? İlle de bir şeyle övünmek… Övüneceksen kendin bir iş yaparsın. Övünmek te ayıp bir şeydir. Niye övünüyorsun ki? İnsanlık övünsün bir şey yap ta. Aşamalı bir iş yaparsan insanlar seni över överse.

A. Sami Başaran: Olduğu şekliyle ortaya konsun öyle mi?

Çetin Altan: Gayet tabi başka şekilde olmaz ki. Ona bilinç derler za­ten. Çokta benimsememek gerekir. Tarihi dinamiği görürsün. Çünkü ta­rih bir laboratuardır. Nasıl değişiyor? Onu merak ettiğin zaman görür­sün bu üretim araçları yani enerji değişince değişiyor. Rüzgarı kullandı­ğın vakit yel değirmeni geliyor. Yel değirmeni ge­lince. Aynı rüzgarı ol­mayan, kıyılarda olur yel değirmeni kıyılara doğru kaymaya başlıyor köyler. Bu sefer siteler meydana geliyor. Rüzgarı bir enerji kaynağı ola­rak kullanıyorsun.
O zaman kozmostan elde ettiğin bütün verileri kendi yaşamını kolay­laştırmak için kullandığın sürece yaşamını daha iyi şekilde değerlendi­rebiliyorsun.
Aynı zamanda ona da katkı yapmaya başlıyorsun. Bu evrensel bo­yutlu bir bakış açısıdır.
İnsanın, insanın kol gücünü enerji kaynağı olarak kullandığı dö­nem­ler günümüze kadar gelmiştir. Buna ihtiyacı var mıydı? İnsanın kol gü­cünü kullanmaya. Bu kadar enerji… Enerji demektir kozmos. Demek ki bilimsel olarak yapılan araştırmalarda eksik kaldığı için insan, insanın kol gücünü enerji kaynağı olarak kullanmak gibi bir sakatlıktan geçmiş­tir. Kol gücünün kullanımı aşılıyor, uzaya kol gücüyle gidilmedi. Onun için globalleşme giriyor tekrar gündeme. Ulus devlet modellerinin aşıl­dığı geliyor gündeme. 21. yüzyılın çok daha yeni bir dünya düzeni. Neye göre değişiyor? Bunu birisi koy­muyor ki kuralını padişah gibi

A. Sami Başaran: Her şeyin teknolojiye dayandığını mı söylüyorsu­nuz?

Çetin Altan: Gayet tabi. Teknoloji neye dayanıyor? Kozmosa da­yanı­yor. Oradaki enerjiyi kullandığın zaman bir birini öldürmeye niye ihti­yaç kalıyor o zaman? Kozmosun mülkiyeti herkese yetecek kadar.

A. Sami Başaran: Sonuç olarak…

Çetin Altan: Bu gün devlet arşivlerinde henüz elden geçmemiş, der­lenip düzenlenmemiş doksan milyona yakın belge olduğu söyle­nir.
Bakın diğer devletlerin tarihine. Bir devletin bir aileyle özdeş ol­duğu, “aynı şey” sayılması sadece Osmanlı’da görülür. Ülke Osman­lı, dil Os­manlıca, imparatorluk Osmanlı imparatorluğu. Diğer dev­letlerde bunu göremezsiniz. Bourbonlar Fransa İmparatorluğu’nun yönetimini elle­rinde tutmuşlardı. Fakat dil Fransızca idi, devlet Fransa idi.
Osmanlı bir de her yönden ele alınsa, enine boyuna dört dörtlük in­celenseydi. O zaman her alanda kendimizi kanıtlar, çağın en önünde koşturanların arasına girebilirdik.
Gönül ister ki, bizim de düşüncelerimiz, ideallerimiz her gerçeğe daha içten, daha gönülden ve yürekten yaklaşsın.

Çetin Altan, köşe yazılarına Milliyet gazetesinde devam ederken 22 Ekim 2015’te hayatını kaybetti.