Biyografi

Cahit Sıtkı Tarancı kimdir

Ad Soyad: Osman Girgin Doğum Tarihi: 19 Ekim 1987 Nereli: İzmir Meslekler: ,

Cahit Sıtkı Tarancı kimdir, Cahit Sıtkı Tarancı güçlü ifade yeteneğiyle adını, Cumhuriyet Dönemi şairleri arasına yazdırmış ünlü yazar, çevirmen.

Asıl adı Hüseyin Cahit olan Tarancı, 4 Ekim 1910’da, Diyarbakır‘ın, Camii Kebir Mahallesi’nde dünyaya geldi.

İlkokulu Diyarbakır’da bitirip, ortaokulu İstanbul’da Saint Joseph’te okumasının ardından, liseyi okumak için Galatasaray’a geçen Tarancı, sonradan yakın dost olacağı Ziya Osman Saba ile bu okulda tanıştı. Mülkiye Mektebi‘nde başladığı, ancüksek öğrenimini, o sırada Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmaya başlayan hikayelerinden kazandığı parayla Paris‘te, Siyasal Bilgiler Fakültesi‘nde tamamlamak istemesine rağmen, İkinci Dünya Savaşı‘nın başlaması üzerine, Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.

Askerliğini yaptıktan sonra, Anadolu Ajansı ve Çalışma Bakanlığı‘nda çevirmen olarak çalışan Tarancı, Baudelaire’in eserlerini de çevirmiştir.

Edebiyat dünyasında ilk defa, 1930 yıllında dikkatleri üzerinde çeken Tarancı’nın, ilk şiiri Servet-i Fünun Dergisi’nde yayınlandı.

Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden olan Tarancı, şiir yazmaya, lise yıllarında başladı. Batı’nın etkisinde kalan şairlerimizden olan Tarancı’nın, şiirinde divan edebiyatının etkisine rastlanmaz. Daha çok, halk şiirinine yakın gösterilebilecek bir tarzı olan şairin, Fransız okullarında okumuş olması, ilk şiirlerindeki, Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerliklerin sebebidir.

Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştiren ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına giren Tarancı’nın, şiirlerinin en önemli özelliklerinden biri de, açık ve sade bir üsluba sahip olmalarıdır.

Hececi şiir geleneğini sürdürenlerden biri olan ve şiirin, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatı olduğunu savunan Tarancı, şiirde ses güzelliğine değer verirdi.

Şiirlerinde, yaşama sevincini ve aşkın güzelliğini vurgulayan, ölümün üstünlüğünü irdeleyen şair, anlatım gücüyle dikkat çekti. Ölüm korkusuna neredeyse her şiirin;nın, şiirlerine sürekli bir bunalım, hoşnutsuzluk, sıkkınlık hakimdir.

Sanat için sanat” ilkesine bağlı kalarak yazdığı şiirlerin konuları arasında, sevdalar, yalnızlık, kaçış, yaşadığı hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de olan Tarancı’nın eserlerinde, kendinden başkasının adı geçmez. Kişisel şiirler yazan Tarancı da şiirlerinde, Ahmet Haşim gibi, çirkinliğinden ve sevilmediğinden yakınır.

Şiir hakkındaki düşüncelerini, çeşitli makale ve denemelerle gazetelerde belirten ve Ömrümde Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957), Ziya’ya Mektuplar (1957) ve Bütün Şiirleri (1983) adlı kitaplarda eserleri birleştirilen şairin, arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplar da yazarı tanıma açısından önemlidir.

Aralık 1954’te ağır bir akciğer hastalığına yakalanan ve tedavisi Türkiye’de yapılamayacağı için Viyana‘ya giden Cahit Sıtkı Tarancı, 13 Ekim 1956’da, burada vefatının ardından, Ankara‘ya getirilerek, toprağa verildi.

Tarancı ölümünden sonra, 1957’de, Varlık Dergisi tarafından düzenlenen bir ankette, en beğenilen yazar seçilmiştir.

Cahit Sıtkı’nın birçok şiiri, farklı bestekârlar tarafından çeşitli makam ve farklı usûllerde bestelenmiştir. Bunların dışında “Memleket İsterim” şiiri, Onur Akın tarafından söylenmiştir.

Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı’nın sevgilileri hakkında şunları söylemiştir: “Cahit’i âşık eden kızların hiçbirini görmem kısmet olmadı. Onları ya kendi ağzından dinledim ya mektuplarıyla, şiirlerinden öğrendim. Onlar hep küçük kızlar oldular. Hatta bazıları kara, okul göğüslüklerini olsun çıkarmamışlardı… Cahit, kendisinin çirkin, hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin olduğuna inanmıştı. Bence erkekte güzelliğin veya çirkinliğin hiçbir önemi olmadığı halde o, bu konuda aşırı bir duyarlılık gösteriyor, bunu kara bir talih sayıyordu.”

Tarancı, bir mektubunda askerliğinin son dönemlerini geçirdiği Ilıca’dayken babasının kendisini Diyarbakırlı bir kızla evlendirmek istediğini belirtmiştir. Daha önceden tanıdığı memleketlisi Melek Tiğrel ile de mektuplaşması, onunla evliliği gündeme getirmiştir. Cahit’in yakın çevresi bu evliliğe sıcak bakmasına rağmen zamanla bundan da vazgeçmişlerdir. Tarancı, Çalışma Bakanlığı’nda çalışırken görüp aşık olduğu Cavidan Tınaz’a bir mektup yazarak evlilik teklifinde bulunmuştur. Cavidan Hanım, Cahit Sıtkı’nın kendisine mektup verişini şöyle anlatmıştır: “Bir gün telaşlı, mahçup bir tarzda ve acele ile elime bir mektup sıkıştırdı. Doğrusu böyle bir şeyi tahmin edebiliyordum. Mektubu heyecanla alıp eve götürdüm, kendini tanıtıyor ve benimle evlenmek istediğini belirtiyordu… Çok iyi bir insandı.”

Cavidan Hanım, bu mektuba şairin içkiye olan bağımlılığından ötürü olumsuz yanıt vermiştir. Bunun farkında varan Cahit Sıtkı, “Affet beni Cavidan’ım, gözümde dünyanın en paha biçilmez mücevheri olan o güzel başın için yemin ediyorum, mezara gireceğim güne kadar ağzıma alkol namına tek damla bir mayi koymayacağım.” diyerek Cavidan Hanım’ı evliliğe razı etmiştir. Çift, 4 Temmuz 1951 Çarşamba günü Ankara Halkevi’nde nikâhlanmıştır.

“Sanat için sanat” anlayışına bağlı kalan Cahit Sıtkı Tarancı’ya göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine konu olmuştur. Cahit Sıtkı’ya göre sanat eseri/şiir, her şeyden önce bir “anlatım”dır. O, bu “anlatım”ı bir estetikçi veya felsefeci gibi ontolojik olarak değil, ilgilendiği ve üzerinde çalışmaktan zevk duyduğu bir nesne olarak ele almış ve kendisine göre başarılı bulduğu güzel şiirlerin özelliklerini anlatmıştır. Bu özellikler, aynı zamanda şairin şiir anlayışını ortaya koymaktadır. Ayrıca Cahit Sıtkı’ya göre samimiyet, estetik bir değerdir, şiirde anlatılan duygu, düşünce, inanç ve daha başka duyguların samimi olması bir şiire, sanat eseri olma kıymeti kazandıran unsurlardan biridir.

Şiirleri:

1933 – Ömrümde Sükût,
1946 – Otuz Beş Yaş,
1952 – Düşten Güzel,
1957 – Sonrası,
1983 – Bütün Şiirleri.

Otuz Beş Yaş Şiiri:

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile, yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanmadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Mektup:

1957 – Ziya’ya Mektuplar,
1989 – Evime ve Nihal’e Mektuplar.

Biyografi:

1940 – Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri.